26 Eylül 2014 Cuma

Eğirdirli Şerîfî'nin Şevâhidü’ş-Şühedâ'sı



Müslim b. Akil'in çocuklarının katledilmesi
Hadîkatü's-Su'ada
Harvard Sanat Müzesi

Şerîfî Mehmed; beşinci batından atası olan Şeyhülislâm Berdâ’î’nin (XV. yy.) önderliğinde, XIV. asrın ikinci yarısında Anadolu’ya gelip Eğirdir’in Yazla mahallesine yerleşip buradaki Zeyniye tarikatını oluşturan ve Ehl-i Beyt’ten olan bir aileye mensuptur.

Şerîfî Mehmed’in doğum tarihi kesin olmamakla beraber, Nev’îzâde Atâyî onun 1542 tarihinde evlendiğini söylemektedir. Şairin 20 yaşına yakın evlendiğini varsayarsak onun 1520 civarında doğmuş olması gerekir. Anadolu ve Rumeli’nin bazı kasabalarında müderris ve kadı olarak çalıştıktan sonra III. Murad saltanatının sonlarında vefat etmiştir. Onun ölüm tarihi de net olarak bilinmemekle beraber, 1586 tarihinde kaleme alınan Kınalızâde Tezkiresinde kendisinden merhum olarak bahsedilmesi ve Yûsuf u Züleyhâ mesnevisini de 1578 tarihinde yazmasından hareketle ölüm tarihinin en azından 1578 ile 1586 tarihleri arasında olduğu söylenebilir.

Şerîfî’nin Şevâhidü’ş-Şühedâ’sı, Bursalı Mehmed Tâhir’in verdiği aşağıdaki bilgilerden hareketle tespit edilmiştir:

“Bir de tarihi 986 (1577-78) olan Şevâhidü’ş-Şühedâ ismindeki Türkçe eserin müellifi de Şerîfî mahlaslı bir zât ise de Şerîfî-i Âmidî olmasına tarih müsâid olmadığı gibi eserinde yazdığı ‘Seyyid Ahmed Şerîfî el-Marûf bi-kâdı Şerîf ibn es-seyyid Ahmed’ künyesi de başka bir zât olduğunu bildirmektedir. Eser-i mezkûr iki kısm üzere müretteb olup kısm-ı evvel mesâib-i enbiyâ kısm-ı sânî belâyâ-yı Ehl-i Beytdir ki Fuzûlî’nin Hadîkatu’s-Su’ada’sı vâdîsindedir.”

Şerîfî’nin tek nüshasına ulaşabildiğimiz Şevâhidü’ş-Şühedâ’sı, Sadberk Hanım Müzesi’nde yer alan Hüseyin Kocabaş yazmaları arasında 167 numarada bulunmaktadır.

Serîfî’nin Şevâhidü’ş-Şühedâ’sının tam ismi “Şevâhidü’ş-Şühedâ fî mekâyidi’l-a’dâ” olup, manzum-mensur bir şekilde kaleme alınmıştır. Eserin yazılış tarihi verilmemekle birlikte, eserin sonunda kendisi için yer alan bir övgü bölümünden, III. Murâd için yazıldığı anlaşılmaktadır.

Şerîfî; eserine Fuzûlî’nin Hadîkatü’s-Su’ada’da girişte kullandığı ayet ve hadisleri ondan farklı ve çok daha kısa bir kompozisyon şeklini verdiği hamdele ve salvele bölümü ile başlar. Bu bölümden sonra eserinin yazılış öyküsü, eserine verdiği isim ve eserinin bölümleri hakkında kısaca bilgi vermektedir. Bu bilgilere göre, Şerîfî Türk diliyle Kerbelâ olayı hakkında bir eser yazmayı ve yazdığı takdirde buna hangi ismi vereceğini düşünürken hatiften bir ses, eserine Şevâhidü’ş-Şühedâ fî mekâyidi’l-a’dâ ismini vermesini öğütler.

Şerîfî eserini iki bölüme ayırdığını; ilk bölümde peygamberlerin basına gelen belaları (beliye-i enbiya), ikinci bölümde ise merkez-i evliya-yı şühedâyı işlediğini bildirdikten sonra eserine giriş yapmaktadır.

Eserin bundan sonraki muhtevası Hadîkatü’s-Su’ada’nın muhtevasıyla aynı olup, öncelikle Hz. Âdem’in cennetten kovulması ve Kâbil’in Hâbil’i öldürmesi gibi olaylara yer verir. Daha sonra sırasıyla Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Yakub-Hz. Yusuf, Hz. Musa, Hz. İsa, Hz. Eyyub ve Hz. Yahya ile Hz. Zekeriyya gibi peygamberlerin başına gelen belalar anlatılmaktadır.

Hz. Resûlün Kureyş’den çektiği belâlar başlığı altında; Hz. Peygamber’in kısa hayat hikâyesiyle beraber Hz. Ubeyde’nin Bedir’de, Hz. Hamza’nın Uhud’da ve Hz. Cafer’in de Mute savaşlarında şehit edilmeleri anlatılmaktadır. Hz. Peygamber’in vefatı tafsilatlı bir şekilde anlatıldıktan sonra Hz. Fatıma’nın vefatına geçilir.

Bunlardan sonra Kerbelâ olayının zeminini teşkil eden olaylar silsilesinde yer alan Hz. Ali ve Hz. Hasan’ın şehadetleri anlatılıp Yezid’in saltanatın basına geçmesiyle birlikte Hz. Hüseyin’in ona biat etmeyi reddedip Medine’den Mekke’ye gitmesi hikâye edilmiştir. Müslim b. Âkil’in Kufe’de şehit edilmesinden sonra Hz. Hüseyin’in bu olaydan habersiz olarak Mekke’den Kufe’ye gitmesi ve nihayet Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesi anlatılmıştır.

Şerîfî’nin Şevâhidü’ş-Şühedâ’sı ve Fuzûlî’nin Hadîkatü’s-Su’adâ’sı

Yaşadığı dönemde Anadolu şairleri tarafından fazlaca tanınmayan Fuzûlî’nin Şerîfî tarafından iyi bilindiği onun divanına bakıldığında da anlaşılmaktadır. Şevâhidü’ş-Şühedâ’sı gerek şekil gerekse muhtevası bakımından incelendiğinde, Fuzûlî’nin Hadîkatü’s-Su’adâ’sı ile büyük oranda aynı olduğu görülecektir.

Şerîfî eserinde Fuzûlî’nin adını anmamakla birlikte, onun Şevâhidü’ş-Şühedâ’sı ile Fuzûlî’nin Hadîkatü’s-Su’adâ’sı muhteva açısından karsılaştırıldığında; Şerîfî’nin özellikle mensur bölümlerde intihal derecesinde Hadîkatü’s-Su’adâ’sından yararlandığı görülmektedir. Her iki eser arasında baştan sona kadar yapılan bir mukayese neticesinde; Şerîfî’nin Hadîkatü’s-Su’adâ’yı önüne alıp mensur bölümlerini küçük değişikliklerle eserine aktardığı, bunu yaparken de Hadîkatü’s-Su’adâ’nın tüm bölümlerini almaktan ziyade onun bir özetini çıkarmaya çalıştığı gözlemlenmektedir.

____________
Bu yazıdaki bilgiler, Ertuğrul Ertekin tarafından, Sadık Yazar’ın “XVI. Asır Şairlerinden Eğirdirli Şerîfî’nin Şevâhidü’ş-Şühedâ’sı” başlıklı makalesinden derlenmiştir.